Haberler,Hikayeler,İlginç Bilgiler,

    • Resmi Gönderi

    YENİLMEZ TÜRK ''KOCA YUSUF DELİORMAN'' ( 1857 - 1898)-1 bölüm
    Pehlivanlarımızın dünyaya nam saldıkları 19. asırdayız. Henüz yürümeye başladığı andan itibaren akranlarıyla kapışarak pehlivanlığa ilk adımı atan yiğitlerimiz, büyüdükçe ustaların nezareti altında güreş dersi alarak er meydanına hazırlanmaktadırlar. Devrin hâkim havası altında, sağlam bir dinî ve millî kültür alan pehlivanlar, mertlik, yiğitlik, pehlivanlık yarışıı yapmayı en büyük zevk kabul etmektedirler. Devrin insanlarının en büyük eğlencesi de bu yiğitlerin güreşlerini seyretmektir
    images.jpg indir.jpg indir1.jpg


    Asırlardır harp meydanlarında gayr-i müslimlerle karşılaşmış yiğitlerimiz, ilk defa 19. asırda, sulh zamanında "diyar-ı firengistan"da gayr-ı müslim pehlivanlarla karşılaşmışlardır. Avrupa ve Amerika'da güreşerek dünyaya nam salan pehlivanlarımızın en meşhuru Koca Yusuf tur.
    Gelmiş geçmiş en meşhur pehlivanlarımızdan olan Koca Yusuf, ulemâların "darül harp"te güreş tutmanın ve müslümanların maddeten de güçlü olduklarını isbat etmenin de bir cihad olduğu yolunda beyanları üzerine Avrupa ve Amerika'ya itmiş oralardaki bütün meşhur pehlivanların sırtını yere vurarak cihan pehlivanı unvanını almıştır.
    Evlâd-ı fâtihan'dan olan Koca Yusuf 1865'te Deliorman'ın Şumla köyünde dünyaya gelmiştir. Çocukluğundan itibaren güreşe merak salan Yusuf on altı yaşında ayağına kisbet geçirerek er meydanında boy göstermeye başlamıştır.
    Yusuf, çevikliği, kuvveti, ustalığı yanı sıra; açık sözlülüğü, mertliği ve İslâm'ı yaşamadaki hassasiyetiyle de dikkatleri çekmektedir.
    Yirmi yaşına geldiğinde kendisine antreman verecek pehlivan bulamayan Koca Yusuf çoğu vakit tek başına çalışmaktadır.
    Yusuf, koca koca kütükleri kaldırmakta, bu kütükleri kucağına alarak taşımaktadır. Her gün yüksek dağlara inip çıkan, koşan, temiz havayı ciğerlerine dolduran Yusuf, duvar idmanı yapmakta, çamur yoğurarak parmaklarını ve bileklerini kuvvetlendirmektedir.
    Koca Yusuf yirmi yaşında iken 1885 yılında, 26 senedir Kırkpınar Başpehlivanlığını elinde bulunduran Aliço ile berabere kalmış, Aliço da sonrasında Koca Yusuf un "başpehlivanlığa" layık bir yiğit olduğunu kabul ederek başpehlivanlığı devretmiştir. Bu tarihten itibaren Yusuf Türkiye'nin başpehlivanıdır. Karşısına çıkan hiçbir pehlivan kendisinden bu unvanı almaya muvaffak olamamışdır. Devrin meşhur pehlivanları; Adalı Halil, Kara Ahmet, Katrancı, Karagöz Ali, Memiş, Filiz Nurullah, Kurtdereli Mehmet ve Hergeleci İbrahim Koca Yusuf la kapışmışlar, hepsi de Yusuf un kendilerinden üstün pehlivan olduğunu kabul etmişlerdir...
    Er meydanında kıran kırana güreş yapılmaktadır. Zamana sınırlama yoktur. Mesala 1890'da Koca Yusufla Adalı beş saat güreşmişler, fakat herhangi bir netice alamamışlardır.
    Türkiye'nin en kuvvetli adamı kabul edilen Yusuf, Fransız sirk cambazı Doublier'in dikkatini çeker ve Yusuf u Avrupa'ya götürerek güreştirmek bu sayede para kazanmak ister.
    Meseleyi Koca Yusuf a açtığında ilk başlarda kabul etmeyen Yusuf, bilahare parayı pulu aklına getirmeden, sadece "keferelerin sırtını yere vurmak" ve Müslümanların maddî kuvvet bakımından da üstün olduklarını isbatlamak için Avrupa'ya gitmeğe razı olur.
    Avrupalılar o devirde serbest güreşin yabancısı olduğundan Koca Yusuf Greko Romen güreşi dersi alır. 1895'te Fransa'ya gider. Yusuf, antremanda bile olsa içerisinde yenişme olmayan güreşi kabul etmemekte, karşısındaki rakibini tutar tutmaz yere sermektedir.
    Fransa'ya giden Yusufun nâmı kısa zamanda bütün Fransa'da duyulmaya başlamıştır. Yusuf peşpeşe yaptığı güreşlerde rakiplerini bir dakika bile beklemeden tuş yapmaktadır.
    Fransa'nın meşhur güreşçileri, Fenelon, Furnier, Dumont, Pol Pons, Sabes ve Feliks Bernard'ı Fransızları hayrette düşürecek kadar kısa zamanda yener. Mesela Dünya şampiyonu diye tanınan Sabes'i dört saniyede tuş eder.
    Yusufun rakiplerini nasıl yendiğini anlamaya bile vakit bulamayan seyirciler güreşlerin uzatılmasını istemektedirler. Yusuf ise böyle bir teklifi şiddetle reddetmektedir. Menejerleri Yusuftan yavaş güreşmesini rica ederler. Yusuf bu teklifi kabul eder. Fakat Yusuf rakipleriyle bir-iki dakika oynadıktan sonra kâfi bulmakta ve sırtlarım yere vurmaktadır. Çaresiz kalan organizatörler Yusufun karşısına peş peşe iki güreşçi çıkarırlar ve iki güreşçinin yirmi dakika dayanması halinde büyük para vadederler. Ne varki Yusuf kendisiyle peş peşe güreşen Gambier ve Raul gibi meşhur güreşçileri de yirmi dakika dolmadan tuş yapıverir.
    Yusuf, karşısına çıkan mağrur Rum Pierri ve İngiliz Tom Cannon'u da kısa zamanda tuş eder.
    Avrupalı organizatörler, bu müthiş pehlivanı ancak bir Müslüman pehlivanının yenebileceğine kanaat getirerek Türkiye'den Hergeleci İbrahim'i getirirler.
    Fransa'da karşı karşıya gelen Koca Yusuf la Hergeleci Avrupalıları hayrette bırakan müthiş bir güreş sergilerler. Anlaşmalarına göre güreş Türkiye'deki gibi serbest ve kıran kırana olacaktır.
    Güreş süratle devam ederken Yusuf, Hergeleci'ye boyunduruk takar, Hergelecinin burnundan kan akmağa başlar. Telaşlanan hakemler güreşi durdurup Hergeleci'ye bir şikayeti olup olmadığını sorarlar. Şaşıran Hergeleci burnundan devamlı akan kana aldırış etmeksizin; "Neden ola ki? İşte pekâla güreşip duruyoruz." der.
    Oynaş güreşe alışmış Avrupalıların şaşkın bakışları arasında bir nara savuran Koca Yusuf bu defa Hergeleciyi Kurt kapanına alır. Hergeleci'nin boğulduğunu zanneden seyirciler telaşlanırlar, kadınlar bağrışmayâ, ağlaşmaya başlar. Jüri heyeti ayrılmalarını ister. Yusuf aldırış etmez. Birkaç kişi Yusufu çeker yine de ayıramazlar. Bu defa sopalarla, bastonlarla Yusufun sırtına, kafasına vurmağa başlarlar. Netice'de ayrılan pehlivanlar berabere ilan edilir. Her iki pehlivanımız da neticeden memnun değildir.

    • Resmi Gönderi

    YENİLMEZ TÜRK ''KOCA YUSUF DELİORMAN'' ( 1857 - 1898)-2 bölüm
    Yusuf;
    "Ne güzel güreşiyorduk" derken Hergeleci;
    "Bizde erkek güleşir, kadın ağlar; ama asla güreşi bırakın demez." ifadeleriyle kırgınlığını ortaya koymaktadır.
    Fransızlar Yusufu yendirmek için Amerika'dan zincirkıran lakaplı Leitner'i getirtirler. Ne var ki Yusuf Leitner'i de kısa zamanda tuş ediverir.
    Fransa'da karşısına çıkacak rakip bulamayan Yusuf sıkılmağa başlar. Onu en fazla organizatörlerin davranışları üzmektedir. Yusufun paraya pula metelik vermediğini bilen organizatörler onun sırtından büyük servetler elde ederken Yusuf a çok az pay vermektedirler. Yusuf buna da aldırış etmez. Fakat inancına göz dikilmesi Yusuf u çileden çıkarır.
    Güreşirken tesettüre riayet eden ve diz kapaklarını örten şortla güreş tutan Yusuf hususi hayatında da dinî inançlarına son derece bağlıdır. Namazlarını düzenli olarak kılmaktadır. Yemeklerinin piştiği kaplarda daha önce domuz yağı ve etiyle yemek pişmiş olması ihtimalini göz önünde bulunduran Yusuf önceden bu :sibirya kaplanı: iyice yıkatmakta ve yemeklerin pişmesine bizzat nezaret etmektedir.
    Yusufun sırtından para kazanan Fransız Doublier sırf Yusufun inancıyla alay etmek için bir gün yemeğine domuz eti karıştırır. Bunu farkeden Yusuf, Doublier'i haklamak ister. Durumu farkeden Fransız kaçar. Ahlaksızlıktan tiksinen Yusuf, hele inancına karşı yapılan bu hakarete tahammül edemiyerek yapılan bütün teklifleri reddederek Fransa'da güreş yapmak istemez. Yusufun davranışları hayretle karşılanmaktadır. İngiliz Torna Cannon,"Meğer sizin Yusufun ahlakı da gövdesinin kuvveti kadar yamanmış" demektedir
    Fransa'daki ve civardan gelen bütün meşhur güreşçileri yenen Yusuf kendisine yapılan teklifi kabul ederek Amerika'ya gider.


    Koca Yusuf Amerika'da
    Amerikan basını Koca Yusufun gelişine büyük ehemmiyet vermiş ve yaptıkları neşriyatlarla Yusufu methetmişlerdir. Gazeteler aynı zamanda Yusufun meydan okumasına cevap vermeyen Amerika'lı güreşçilerle de alay etmektedir.


    "Güreş âleminin İskender'i, Napolyon'u geldi"
    diyen Amerikan basını Yusuf tan şöyle bahsetmektedir:
    "Tırnağının ucuna kadar namuslu bir adam ve ne miktar olursa olsun para onu satın alıp cambazlık yaptıramaz."
    "Bizim sporculara pek tuhaf gelecek bir gerçek var. Bu Türk paraya hiç önem vermiyor."
    "Yusuf geldi. Güreş etmek istiyor ve isteğinde gayet samimi. Parasını da yatırdı. Gelgelelim karşısına çıkacak Amerikalı bulunmuyor. Bundan çıkan mânâ bizimkilerin müthiş ziyaretçinin kuvvetinden ürktükleridir."
    "Müthiş Türk Yusuf, maçlarını Nev York'a gelmeden evvel ayarlamadığı ve güreş etmek istediğini uluorta söylediği için hata etmiştir. Böyle bir açıklama Amerikalı güreşçileri paniğe uğratmak için kâfiydi. Anlaşıldığına göre, şimdiye kadar şampiyonuz diye poz veren adamlar, Türk bu memlekette kaldıkça meydana çıkmayacaklar."
    Güreşmek ümidiyle Amerika'ya gelen Yusuf her sabah organizatörlere; "Bugün güreşecek miyim" diye sormaktadır.
    Yusufun karşısına çıkacak güreşçi bulamayan organizatörler nihayet akıllarınca bir çare bulurlar. Yusufun karşısına peş peşe beş güreşçi çıkacaktır. Ne var ki, Yusuf birincisinin sırtını yere serince diğer dört güreşçi, mindere çıkmaktan vazgeçerek organizatörleri hayal kırıklığına uğratırlar.
    Bir diğer çare olarak Yusuf a beş dakika dayanana yüz dolar vaadedilir. Bu da netice vermez. Çünkü hiçbir güreşçi Yusufun karşısında beş dakika dayanamamaktadır.
    Yusuf kendisine meydan okuyan, "Amerikan şampiyonu" unvanlı Robert'le güreşir. Ancak iki dakika boyunca Yusufun eline geçmemek için devamlı kaçan Robert yakalanacağını anlayınca minderden aşağı atlar. Çok kızan Yusuf salonda bulunan on bin kişiyi kendisiyle güreşe davet eder. Müteakip güreşinde Yusuf Robert'i perişan ederek yener.
    Yusufun Amerika'daki meşhur güreşlerinden birisi de John F.Mc.Cormick ile yaptığı güreştir. Anlaşmaya göre Yusuf Mc.Cormick'i bir saat içerisinde üç defa tuş yapacak, yapamadığı takdirde mağlup sayılacaktır. Güreş başladıktan yedi dakika sonra Yusuf üç tuşu da yapmıştır...
    1898'de Amerika'da fırtına gibi esen Yusuf Amerika turuna çıkar ve her gittiği yerde rakiplerini perişan eder. Zaman olur 41 derece ateşle güreşir.
    Yusuf kendisine meydan okuyan ve esip savuran Rum Heraklides'i perişan eder. Rumla yaptığı güreşlerin birincisinde 47 saniyede, ikincisinde ise 23 saniyede tuş yaparak Rum'un mağrur burnunu yere sürter.
    Yusuf Amerika'da son maçını serbest güreş dünya şampiyonu Lewis ile yapmıştır. Chicago'da yapılan güreşte Lewis'i üst üste iki defa yenmiştir.
    Yaptığı bütün karşılaşmalarda, dininin, vatanının, milletinin şânını düşünen Yusuf devamlı galip gelmiştir. Avrupalılar kendisine "yenilmez Türk" ünvanını takmışlardır.
    Yusufun gözünde kazandığı paraların ehemmiyeti yoktur. O artık vatanını, ailesini özlemiştir.
    Yusuf kalan ömrünün iki çocuğu ve ailesiyle birlikte, Eyüb Sultan civannda alacağı bahçeli bir evde ibadet yaparak geçirmek istemektedir.
    Vatan hasretine dayanamayan Yusuf New York'tan 21 Mayıs 1898'de Fransız bandıralı da Bourgogne Transatlantiği'ne binerek yola çıkar. Ne var ki ecel onu okyanusta beklemektedir. Bindiği gemi sis yüzünden İrlanda bandıralı Crmartyshire gemisiyle çarpışır.
    Geminin battığını gören Yusuf abdest alarak iki rekat namaz kılar. Daha sonra bir filikaya binmek üzere denize atlar. Bu kez denizin içinde bir panik başlamıştı. Denize dökülenler, filikalara atlayıp canlarını kurtarmak istiyorlardı. Koca Yusuf da can havliyle bir filikanın kenarına yapışmıştı. Filika'da bulunanlar onun heybetli vücudu ile sandalı devirmesinden korktular. Önce yüzüne, kafasına kürekle vurmayı denediler. Fakat dev yapılı adamın çelik pençeleri sanki filikaya kilitlenmişti. Yarılan kafasından ve suratından akan kanlar posbıyıklarının üzerine doğru iniyordu. Onun bu hali filikada bulunanlara daha büyük bir dehşet vermişti. İçlerinden canavar ruhlu bir tanesi filika içinde bulunan ve ipleri kesmek için kullanılan ufak bir baltayı kaptığı gibi o çelik pençelere vahşi bir ihtiras içinde rastgele indirmeye başladı. Bileklerinden kesilip kopan o çelik pençeler gevşedi ve Koca Yusuf'un o dev vücudu Atlantik Okyanus'unun derinliklerinde 5 Haziran 1898'de boğularak ruhunu Rahmân'a teslim eder

    • Resmi Gönderi

    Sinir olmaya devam ;)
    Bir şey tamir ederken elin tamamen yağlandığın da burnun kaşınır.
    Yere düşürdüğün bir bozuk para veya bir küçük vida ulaşılması en zor yere yuvarlanır.
    İnsanların seni seyretme olasılığı düştüğün komik durum ile doğru orantılıdır.
    Yanlış numara çevirdiğinde çevrilen numara kesinlikle meşgul değildir.
    Patronuna lastiğin patladığı için geç kaldığını söylediğinde ertesi gün lastiğin gerçekten patlar.
    Gırgır geçmeye başladığın anda patron kapıda görünür.
    Sıkışık trafikte şerit değiştirdiğinde, terk ettiğin şerit daha hızlı akmaya başlar.
    Duşa girip ıslandığında telefon çalar.
    Birileri ile karşılaşma ihtimalin, görünmek istemediğin zaman en üst düzeydedir.
    Bir makinenin çalışmadığını ispat etmen gerektiğinde kesin çalışır.
    Kaşıntının şiddeti ulaşma zorluğun ile doğru orantılıdır.
    Sinemada sıranın ortasında oturanlar salona en son girerler.
    Üzerine yağ-reçel sürülmüş bir ekmek kesinlikle en pahalı halıya ve yüzüstü düşer.
    Ayağınıza tam oturan bir ayakkabı kesinlikle mağazadaki ayakkabıların en çirkinidir.
    Herhangi bir şeyi beğendiğinizde derhal üretimden kaldırılır.

    • Resmi Gönderi

    Tarih konumuzda yazılı ama buraya da ekleyelim :thumbup:
    TARİH ŞUURU
    Nasıl bir nesilden ve nerelere geldiğimiz gerçekten çok önemli.
    Geçmişimize sahip çıkmak,geleceğimize ışık tutmak vazifemiz.Tabiki bilerek
    anlayarak.Nesillerin gerçek vatandaş olabilmeleri için tarih şuurları tam olarak yetiştirilmeleri gerekmektedir...


    ""İnsan denen şahsiyet,köklerini maziye salmış bir ağaç gibidir.
    Kökleri yüzyılların derinliğine gömülürse şahsiyet büyüktür,Bin yılları aşarsa
    şahsiyet HARİKADIR""


    ""Geçmişin bilgisi şuurumuzu oluşturmaktadır.Bir Anadolu çocuğu uzviyetiyle
    otuz veya kırk yaşında olsa bile kafasiyle dokuzyüz yaşındadır.Biyolojik bakımdan otuz,kırk,doksan yaşlarında olabilir.Fakat ruhi bakımdan o,bin yaşındadır.Yani milletin yaşı kadar""


    ""Mazinin bittiği yerde millet biter,insan biter,izan biter nihayet bulur.Mazisi
    olmayan ümitsizdir,kuvvetsizdir,sevgisizdir.Millet tarihinden ibarettir.Onu
    tarihinden sıyırırsanız,insan sürüsü kalır""


    ""Soysuzlaşma denilen şey,bir şahsiyet hastalığıdır.Geçmişinden uzaklaşan-
    larda meydana gelen bir hastalıktır.Toprak "anamız"konumunda ise tarihimizde "babamız"konumundadır.Nesilleri ecdadından uzaklaştırmak isteyenler,onları soysuzlaşmaya itmektedirler ve bu yüzden hain durumun-
    dadırlar.Ecdadındaki mefahiri çiğneten bir nesil ise,eli kanlı bir cani durumundadır.Ruhlarımızın yetiştiricileri ecdadımızın mefahirleridir

    • Resmi Gönderi

    Bu gerçek hikayemizin yeri de burası olsun,taşındık  :D


    Her yerin buz tuttuğu,karın çok olduğu bir kıştı.Köy odasında teneke sobanın verdiği sıcaklıkla,yaşlılar ve 3-5 çocuk,yatsı namazından sonra muhabbete kulak kabartmaya başlamıştık.Zaten orada bulunmamızın nedeni buydu,sohbet dinlemek,hizmet etmek.
    Babam imamdı,az konuşur ama ortaya bir ateş koyar kenara çekilirdi smiley1.png İyi avcılar vardı yaşlılardan,kel Mustafa,keskin dayı,kemiğin Ali.Çay zaten eksik olmazdı,daha ilk bardaklarını içmeden,babam keskin dayı'ya gözüyle işaret etti ve"kel Mıstığa nasıl avcılığa başlamış,sor hele"dedi.
    Keskin dayı,ufak boylu,kısık gözlü,muzip mi muzip biriydi.Kel mustafa'ya dönerek"len sen nasıl avcı oldun,nasıl çoban oldun?de hele"dedi.Mustafa dayı önce duymamazlıktan geldi,sonra keskin dayı ya "yav işin yokmu senin"dedi.Kalabalık güldü ama her bir ağızdan ısrar edilince,dayanamadı ve gülerek takkasını dizine koyup,başladı anlatmaya.


    Mustafa dayı anlatıyor,,
    13-14 yaşımda falandım herhalde,bubam hasta oldu.Koyuna gidilecek ama hasta olduğundan bana "bugün sen git koyuna,çoban Ahmet,Mehmet bilmem kim seni kollarlar,onlarla gider gelirsin"dedi.Ben hiç evden çıkmamışım,dağ görmemişim çocuğum daha,korktum ama birşey diyemedim.Babam korktuğumu anladı ve "al bunu da yanına"diyerek elime tabancasını tutuşturdu.Sırtımı sıvazladı,sert bir sesle"aman Mıstığım,canavarlara dikkat et,çok bu aralar mendeburlar"dedi.Tabancayı görünce merak ve hevesle belime taktım,ne korku kaldı bende ne telaş.


    Akşam çobanlarla beraber arkalı önlü,sürüleri köyden çıkarmaya başladık.Dağa vardık ama bende bir hava cıva..Elim belimde devamlı tabancama elleyip duruyorum.Neyse akşam oldu bende hava da bitti cıva da.Korkmaya başladım zaten,yaşça büyük olan çobanların yanından ayrılmadan zaman geçirmeye çalıştım.Genç adamlar kendileri laklak ediyor gülüyorlar,ben ise saf saf sadece bakıyorum.Geç saat oldu,uykum da geldi ama koyunlar var nasıl edeceğimi bilemedim.
    Benim uykumun geldiğini anladılar ve "sen bu kuytuya yat,köpekler var biz varız" dediler.Kepeneği üstüme aldım ama korkudan uykum kaçtı,uyumadan bakarım sağa sola diye düşündüm.Belli bir zamandan sonra üşüdüm az daha kepeneğin içinde büzüldüm.Uyumuşum gecenin kör vakti üzerimden köpekler havlayarak geçtiler,heryer karanlık ay ışığı zayıf ileride bir karmaşa,bir hareketlilik var ama belli değil.Öbür çobanlar sürülerle başka taraflara gitmişler herhalde kimse kalmamış.Köpekler havlıyor,sağa sola koşuyor ben durmadan bağırıyorum.Belimdekini çektim ileride alaca karalı koşuşturan canavarlara doğru verdim ateşi..Tabancanın sesine köpekler sustu,ortalıkta koşanlar falan kalmadı ak koyunlar zaten belli.Korkudan bir yere gidemedim.Kayaya oturdum,ortalık ağarana kadar hiç kıpırdamadım.Ortalık aydınlanınca dağılan sürüye doğru gittim,gittim ama ne göreyim 3 tane keçi var yerde,ölmüşler,biri de sadece gözü açık kımıldamadan yatıyor.Ben korkudan keçilere ateş etmişim canavar diye.


    Keçiler de zaten bizim değilmiş,katımmış.Babam sahibine keçilerin parasını ödedi,hemde beni öyle bir dövdü vay anam vay.


    Oda da bulunan bizler öyle güldük öyle güldük ki, hala o anlar aklımdan geçtikçe gülerim

    • Resmi Gönderi

    Aynı gece anlatılan bir başka gerçek hikaye
    Bu olayda mardakların Mustafa dayının hikayesine ilave olarak aynı geceden....

    Öküz arabası ile bir ahbabımız diğer köylerde olan değirmene un öğütmeye gider.Un öğütmek kolay mı?Bazen öküz arabaları ile 2-3 günde gider gelirlermiş değiırmenlere.
    Delikanlı yol uzun olduğundan öküzlerine de güvenerek gece olunca uykuya dalar...Belli bir zaman sonra arabası hareket etmeyince uyanır ve o karanlıkta aklı başından gider,arabadan fırlar elindeki değneği öküzlerin boyunduruğunun önündeki kapkara uzun boylu siülete fırlatır...Hem küfür eder hemde yerden taş alır onuda atar..Lakin öküzlerin önündeki şahıs hiç aldırış etmez,kıpırdamaz...
    Delikanlı iyice korkar ve arka arka giderek tepe bir yere çıkar..Yinede küfürler savurup tehdit etmeyide ihmal etmez..Tüm gece boyunca öküzlerin önündeki karaltıya taş ve küfür yağdırır ve nihayet sabah olur..Ortalık ağarınca fark eder,İner aşağı söylene söylene,öküzlerin önündeki insan sandığı şeyin,çobanların gövdesini ocak olarak kullandığı kuru isli bir ağaç gövdesinden başka birşey olmadığını görür..[kendisi uyuyunca,öküzler yoldan çıkmış ve tam boyunduruklarına denk gelesiye kadar ilerlemişler,karınlarını doyurmuşlardır]


    BOYUNDURUK: arabaya koşulan hayvanların birlikte yürümesini sağlamak için boyunlarına geçirilen, çoğunlukla m şeklindeki tahta çerçeve
    RueyadaBoyundurukGoermekNeDemek.jpg

    • Resmi Gönderi

    Azda gülümseyelim mi?
    Çay'ı çok sevdiğimi söyleyince, yaşlı bir teyze anlattı geçenlerde;
    Bak.. diye başladı sözlerine,
    "Çay'ın alt demliği evdeki kaynanadır, devamlı kaynar durur.
    Üst demlik evdeki gelindir, alt demlik kaynadıkça o olgunlaşır, demlenir.
    Gelinin kocası ise bardaktır, biraz kaynana doldurur onu, biraz da gelin..
    Çocuklar çayın şekeridir, tat verir.
    Görümse ise :çay: kaşığıdır, arada bir gelir ve
    karıştırır gider...
    Kaynataya gelince, o da bardak altıdır,
    dökülenleri bir araya toplar...
    Çay deyip de geçmemek lazım demek ki...
    Bi durmak, düşünmek lazım...


    alıntıdır..

    • Resmi Gönderi

    Kızmak için bahane bulunur X(
    Kagit mendili kumas mendil gibi günlerce burusuk sekilde cebinde tasıyana,
    Rüzgarli havalarda küller uçmasin diye küllüge su koyana,
    Serçe parmagini kulagina sokup,neredeyse kafası kopacak şekilde sallayarak karıştırana,

    Traş olduktan sonra kanayan yerlerine küçük kagitlar yapıştırana,
    Çayi sogumasin diye :çay: tabaginin içine sicak su koyana,
    Soba borusu aktiginda yogurt kaplarini telle soba borusuna baglayana,
    Nezle olunca tuvalet kagidini,borç listesi gibi uzun bir serit yaparak kullanana
    Sahilde mayosunu kabinde giymek yerine arkadaslarina havlu tutturarak giymeye çalisip bir de arkadaslarina "bakmayin lan" diyene
    Denize girip güneslendikten sonra,domates gibi kızarıp sirtina yogurt sürene,
    Dolmusta veya otobüste bozuk paralari avucunda toplayip şakır şukur çevirip ses çikartana,
    Herhangi bir yere hesap öderken arkasını dönüp gizli gizli para sayana,
    Denizde "suyun altinda nefessiz ne kadar kalabiliyorum."diye deneme yapip bogulma tehlikesi geçirene,
    Beton dökülen yere marifet gibi kurumadan tarih ve imza atana,
    Çorabinin kirlenip kirlenmedigini burnuna götürerek kisa süreli koklayarak anlayana,(ben yapmam üle :D :catisma: )
    Simit yedikten sonra , masaya dökülen susamlari parmaginin ucunu yalayıp islatarak toplayana,
    Yeni yapilmis bir binanin yeni takilmis camina beyaz boyayla S harfi yazanlara,
    Bir dükkana girip , onun bunun fiyatini sorduktan sonra "abi araba bes dakka dursun, ben hemen gelicem" deyip, 2 saat gelmeyenlere,
    Gazete bayiinin önünde durup da asili olan gazteleri ayak üstü okuyanlara,
    Cebinden çikardigi paralarin içinde en eskisini özenle arayip bulduktan sonra para üstü verenlere,
    Trafikte ambulansin pesinen takilarak sıkışıklıktan kurtulup , uyaniklik yaptigini zannedenlere,
    Kaldirimda yürümeyip de cadde ortasında yürüyüp,yanindan hizla geçen arabaya da " Çarpsaydin bari !" diyenlere
    Bir turiste adres tarif ederken bagira bagira Türkçe konuşanlara,
    Bir otomobilin içinde , atletli olarak sokaklari turlayanlara,
    Kapı zilini çalmak yerine evin camina tas atanlara,
    Kürdanla disini karistirip önce çikarip bakan , sonra tekrar agzina koyanlara,
    Aldığı parayi önce iki ucundan tutup iki defa gerginlestirip daha sonra da günese dogru tutup bakarak sahte olup olmadığına bakanlara :D  
    Dislerini gazoz açacagi , findik ve ceviz kiracagi olarak kullananlara,(bende denerdim zamanın da :) )
    Isinde iyi olan birisini överken (Serefsizin oglu ne is yapmis be kardesim, helal olsun)diyenlere,
    Aracin sinyal lâmbalari dururken kolunu çikararak "dönüyorum" hareketi yapanlara
    Trafik isiklari kirmizidan yesile döndügünde önündeki herkesi salak sanarak kornaya basanlara,
    Tv'de film seyrederken filmin oyunculariyla muhatap olan (dur oraya gitme öldürecekler seni)diyenlere,
    Kulagini kalem ya da örgü sisiyle karıştıranlara,
    Uçakta bulunan tanidiklarina uçak havalandiktan sonra görmeyecegini bile bile el sallayanlara,
    Tek abdestle bes vakit namaz kilmak için iki büklüm kivranan,prostat olanlara,
    Desenlerini çok begenerek aldigi yeni bir mobilyanin üstünü baska bir örtü örterlere,
    Çayi, :çay: tabagina döküp içenlere,
    Kirmizi isikta durdugunuz için size, "neden durdun"diye bağıranlara,
    On yillik bir otomobilin koltuk ambalaj naylonlarini çikarmadan kullananlara :thumbup:

    • Resmi Gönderi

    Bugün hala kullandığımız kent ve ilçe isimlerinin kökenini Yunanca karşılıkları,
    Amasya -Amaseia
    Antalya -Attaleia
    Antakya -Antiochia
    Balıkesir - Palaeokastron
    Bartın - Parthenia
    Bolu - Polis (şehir anlamında)
    Bursa - Prusia


    Edirne - Hadrianapolis
    Giresun - Kerasus


    Isparta -İsporada
    İstanbul - Stinpoli
    İzmir - Smyrna
    Kastamonu - Kastra Komnenon
    İzmit - Eis Medeia
    Konya - İconium / İconia
    Kütahya - Kotyaion
    Manisa - Magnesia
    Rize - Riza / Rizaeus "dağ yamacı"
    Sakarya - Zakharion "saldırgan"
    Samsun - Eis Amisos"
    Siirt - Sirte
    Sinop - Sinope
    Trabzon - Trebizond - Trapezous
    Assos
    Milet - Milētos
    Efes - Ephesos
    Marmaris
    Lapseki - Lampsakos
    Biga - Pegai
    Edremit - Adramytteion
    Foça - Phokaia
    Tire - Thira
    Milas - Mylasa
    Olimpos - Olympus

    • Resmi Gönderi

    Ahmet Kara (1870-1902)Bir büyük insanı tanıyalım kısaca
    Türk, güreşçi. İlk dünya güreş şampiyonluğunu kazanmıştır.
    Bugün Bulgaristan sınırları içinde bulunan Deliorman'ın Hezargrad kasabasında doğdu. Küçük yaşta güreşe başladı. Döneminin ünlü pehlivanlarından Hergeleci İbrahim'in çırağı olarak yetişti. Kuvveti ve güreş yeteneği sayesinde kısa zamanda adını duyurdu. Hayatının en başarılı güreşlerini yurt dışında yaptı. 1897'de öğretmeni Hergeleci İbrahim ile birlikte ilk kez Avrupa'ya gitti ve orada yaptığı tüm güreşleri kazandı. 1899'da XX. yy'a giriş nedeniyle Paris'te düzenlenen büyük fuar dolayısıyla yapılan ilk dünya güreş şampiyonluğu müsabakalarına katıldı. Bu şampiyonada dünyanın en seçkin güreşçilerini birbiri peşisıra yenerek ilk resmi dünya şampiyonluğunu kazandı. İstanbul'a döndüğünde padişah II. Abdülhamid tarafından Osmanî Nişanı ile ödüllendirildi.

    • Resmi Gönderi

    ÖNEMLİ BİR KONU,GEREKİRSE BAŞKA KONULARA DA EKLENEBİLİR
    Doug Copp Önerileri (DEPREM)
    1) 'Binalar çökerken basitçe 'çömelen ve korunan' kişiler istisnasız her defasında ezilerek ölüyorlar. Masa, araba gibi nesnelerin altına giren kişiler her zaman ezilirler.

    2) Kediler, köpekler ve bebekler'in hepsi doğal bir şekilde dizlerini ana rahmindeki gibi karınlarına doğru çekerek kıvrılırlar. Deprem anında sizde bu şekilde kıvrılmalısınız. Bu doğal bir güvenlik ve hayatta kalma içgüdüsüdür. Daha küçük bir boşlukta hayatta kalabilirsiniz. Hafifçe ezilecek ama yanında boşluk yaratacak bir kanepe, geniş büyük bir eşyanın yanında durun.
    3) Ahşap evler deprem anındaki en güvenli yapılardır. Sebebi basittir; ahşap esnektir ve depremin zorlamasıyla hareket eder. Eğer ahşap bina çökerse geniş yaşam boşlukları oluşur. Ayrıca, ahşap binalar daha az yoğunlukta yıkılış ağırlığına sahiptir. Tuğla binalar ayrı tuğla parçalarına ayrılacaklardır. Tuğlalar bir çok yaralanmalara sebep olacaktır, ama (beton) bloklardan daha az ezilmiş vücutlar yaratırlar.
    4) Eğer gece yataktayken deprem olursa, basitçe yuvarlanarak yataktan düşün. Yatağın çevresinde güvenli bir boşluk oluşacaktır. Oteller müşterilerine deprem anında yatakların yanında yere uzanmalarını salık veren bir uyarı notunu odalarda her kapının arkasına asarlarsa depremlerde çok büyük hayatta kalma oranlarını sağlayabilirler.
    5) Televizyon izlerken deprem olursa ve kolayca kapıdan veya pencereden dışarı kaçmak mümkün değilse, kanepe veya büyük bir koltuğun/sandalyenin yanında cenin pozisyonunda kıvrılarak yere uzanın..
    6) Bina çökerken Kapı kirişlerinin altına geçen herkes ölür...Nasıl mı? Eğer kapı kirişlerinin altına geçerseniz ve kapı kirişi öne veya arkaya doğru düşürse inen tavanın altında ezilirsiniz. Eğer kapı kirişi yana doğru yıkılırsa ikiye bölünürsünüz. Her iki durumda da ölürsünüz!
    7) Hiçbir zaman merdivenlere gitmeyin/yönelmeyin. Merdivenler (ana binadan) farklı bir 'frekans aralığına' sahiptir; ana binadan bağımsız/ayrı olarak sarsılırlar. Merdivenler ve binanın geri kalanı devamlı olarak birbirlerine çarparlar, ta ki merdivenlerin yıkılışı
    gerçekleşene kadar. Merdivenlere ulaşan insanlar basamaklar yüzünden yaralanırlar. Korkunç şekilde sakatlanırlar. Bina yıkılmasa dahi, merdivenlerden uzak durun. Merdivenler binanın hasar görmesi en muhtemel kısmıdır. Depremde yıkılmamış olsa dahi, merdivenler bağırarak kaçmaya çalışan insanların aşırı yüklenmesi ile çökebilir. Merdivenler binanın geri kalan kısmı zarar görmemiş olsa dahi her zaman güvenlik açısından kontrolden geçirilmelidir.
    Binanın dış duvarlarına yakın yerlerde durun, mümkünse dışına çıkın. Binanın iç kısımlarındansa dış kısımlarına yakın yerlerde olmak çok daha iyidir. Binanın dış çevresinden ne kadar içeride olursanız, çıkış yolunuzun kapanma ihtimali o kadar artacaktır.
    9) Aynen Nimitz yolundaki katlar arasındaki (yıkılan) blokların meydana getirdiği gibi, deprem anında üst yolun yıkılmasıyla ezilen araçların içinde bulunan insanlar ezilirler. San Francisco depreminin kurbanlarının hepsi araçlarının içindeydiler. Hepsi öldü.
    Araçlarının dışına çıkıp,aracın yanına uzanıp veya oturarak kolaylıkla hayatta kalabilirlerdi. Ölen herkes eğer araçlarından çıkıp, araçlarının yanına oturabilseler veya uzanabilselerdi yaşıyor olabilirdi. Ezilen bütün araçların yanında-kolonların direkt olarak üzerine düştüğü araçlar hariç- 3 feet yükseklikte boşluklar oluşmuştu.
    10) Enkaz halindeki gazete ofislerini ve çok miktarda kağıdın olduğu ofisleri dolaşırken kağıdın sıkışmadığını/ezilmediğini keşfettim. Kağıt yığınlarının/kümelerinin etrafında geniş boşluklar bulunur/oluşur.


    Doug Coop kimdir,hayatı nedir?
    Dünyanın en tecrübeli kurtarma birimi Amerikan Uluslar arası Kurtarma Ekibinin Kurtarma şefi ve afet olayları müdürüyüm. Bu makaledeki bilgiler bir deprem anında hayat kurtaracaktır. 875 yıkılmış binaya sürünerek girdim, 60 ülkeden kurtarma ekipleriyle çalıştım, birçok ülkede kurtarma ekipleri oluşturmuş ve çok sayıda ülkede birçok kurtarma ekibinin üyesi 2 Yıl boyunca birleşmiş milletler felaket "azaltma" uzmanı. 1985'ten beri aynı anda gerçekleşenler hariç dünyadaki bütün büyük felaketlerde çalışmış. 1996'da hayatta kalma metodu geçerliliğini ortaya koyan bir film yaptı. Türk hükümeti, İstanbul belediyesi, İstanbul üniversitesi, Case yapımcılık, ve ARTI bu pratik ve bilimsel testin filme alınmasında işbirliği yaptı. İçinde 20 maket olan bir okulu ve evi yıktı. 10 maket "çömel ve korun" metodunu uygularken, 10 maket "hayat üçgeni" metodumu uygulamış. Tasarlanmış yıkımdan sonra görüntüleri filme almak ve sonuçları belgelemek için enkazı geçip binaya girdi. Bina yıkımlarında oluşabilecek şartlar dahilinde direk olarak gözlemlenebilen ve bilimsel şartlar altında hayatta kalma tekniklerimi uyguladığım film "çömelip korunan/saklanan" kişiler için hayatta kalma şansının sıfır olduğunu ortaya koydu. Hayat üçgeni metodumu kullananlar için hayatta kalabilme şansı yaklaşık olarak % 100 oldu.


    Bizde deprem sadece yıkıp geçince gündeme gelir maalesef.
    Yine işini yapanlar yapar ve binalar,evler dikilir hemde depreme dayanıklımı değilmi bakılmadan.
    Önlemler derseniz oda olduktan sonra gündeme gelir thumbup.png


    Doug Copp scientific survival test on Turkish TV ( Türk TV'de bilimsel hayatta kalma testi)


    Harici İçerik www.youtube.com
    Dış kaynaklardan gömülen içerik, izniniz olmadan görüntülenmeyecektir.
    Harici içeriğin etkinleştirilmesi yoluyla, kişisel verilerin üçüncü şahıs platformlarına aktarılabileceğini kabul edersiniz. Gizlilik politikamızda bununla ilgili daha fazla bilgi verdik.



    • Resmi Gönderi

    Bengüç Özerdem'in 2002 tarihli "Bir Celladın Anıları" adlı kitabı gerçek hayat hikayesi.
    1983 yılında Afyon'da cellatlık yapmış olan ve altı kişiyi asan Abdurrahman Balakan'ın hayat hikâyesi,
    BİR CELLADIN İNANILMAZ HİKAYESİ
    Zengin olma hayali
    Abdurrahman Balakan sokaklarda doğmuş, sokaklarda büyümüş, kısa yoldan zengin olma hayali ile şeytanın aklına uyup arkadaşları ile birlikte mağaza soymaya kalkmış ve ilk işinde yakayı ele vererek hapishaneyi boylamış bir Roman çocuğu. Hapishaneye adım atar atmaz hırsız olduğu gerekçesiyle "eşek sudan gelinceye kadar" dayakla karşılanmış, ilerleyen günlerde de gerek mahkûmlar, gerekse gardiyanlar tarafından en ağır dayaklardan geçmiş, en ağır koşullarda çalıştırılmış bir mahpus.
    İdam hükümlüsü Halil'in kanatları altında
    Altı aylık hapishane sürecinin üçüncü ayında idam hükümlüsü Halil F.'nin güleryüzle kendisine ikram ettiği bir sigara, hapishanedeki kâbusların da sonunun gelişinin işareti olur. İdam hükümlüsü Halil'in koğuştakilere "Zaten ölmeyi bekliyorum. Bu çocuğa kötü davranan olursa hazır giderken yanımda iki-üç kişiyi daha götürmem benim için hiç de zor olmaz" tehdidini savurmasıyla beraber diğer mahkûmların da Abdurrahman'a karşı olan yaklaşımlarında gözle görülür değişiklikler olur.
    Halil'den "kimsenin canını alma" tavsiyesi
    Bu sayede hapisteki son üç ayını, ilk üç ayın tersine oldukça rahat geçirir. Bu arada süreç içinde Abdurrahman ile Halil'in dostlukları da her geçen gün biraz daha güçlenir. Öyle ki, Abdurrahman'ın tahliye günü geldiği zaman Halil, "kefenin cebi yok" diyerek tüm parasını bir kese içinde Abdurrahman'a verir. Bir iş bulana kadar kendisine ve annesine bu para ile bakabileceğini söyler. Vedalaşırken de Halil'in Abdurrahman'a son sözü "Hayatta ne olursa olsun elini kana bulama, kimsenin canını alma" olur; sanki iki ay sonra celladı olacak olan Abdurrahman'ı bu meslekten caydırmak istercesine
    Boyacılıktan cellatlığa
    Abdurrahman hapishaneden çıktıktan sonra bir süre hapis arkadaşı Halil'in verdiği para ile idare eder. Ancak zaman içinde bu para tükenince iş aramaya başlar. Ne var ki, "zenciden siyah yüzü", Roman oluşu ve eğitimsizliğinin üstüne bir de siciline işlenen hırsızlık suçu eklenince iş bulmak iyice zor bir hâl alır Abdurrahman için. Hele hayatı boyunca hayalini kurduğu devlet memurluğu artık tamamen imkânsızdır. Nereye gitse, hangi kapıyı çalsa karşısına hep sicili çıkar. Ancak alınteriyle para kazanıp namusuyla bir hayat sürmeyi kafasına koyduğu için hapishane öncesi mesleğine geri dönmeye karar verir. Bir boya sandığı alarak tekrar sokaklarda ayakkabı boyamaya başlar. Her ne kadar şartlar zor olsa ve zengin olma hayalinin çok uzağında olsa da karnını doyuracak kadar para kazandığı için halinden memnundur.
    Karakolda cellatlıf teklifi alır
    Bir gün iş sonrası eve döndüğünde annesi polislerin geldiğini ve komiserin kendisini karakolda beklediğini söyler. Polisin kendisini aradığını duyunca Abdurrahman'ın eli ayağı boşalır. Ne yapacağını bilemez. Bir an için şehirden kaçmayı bile düşünür. Ancak kaçsa bile yakalanacağı endişesiyle çaresiz, karakola gider. Komiser kendisini güler yüzle karşılayıp, çay, sigara ikram edince çok şaşırır. Sonuçta hırsızlık suçundan hapishaneye girdiği zaman faili bulunmamış olan başka hırsızlık olaylarının da sorumluluğu üstüne kalmış olduğundan yine böyle bir durumla karşılaşacağını düşünürken, karakolda güler yüzle karşılanmasına bir anlam veremez.
    Düşünmek için süre ister
    Komiserin kendisine işleri düştüğünü söylemesi üzerine Abdurrahman'ın, "Hepinizin ayakkabılarını boyarım abi" demesiyle beraber karakolda bir kahkaha tufanı kopar. Polislerin bu sıcak tavrının arkasındaki gerçek nedeni öğrenmesi fazla uzun sürmez. "Çok gizli devlet görevi" adı altında, hatırı sayılır bir para karşılığı kendisinden cellat olması istenir. Komiser, bu görevi kabul etmesi durumunda çok para kazanabileceğini, eğer kabul etmezse de bu işi yapacak başka birini nasıl olsa bulacaklarını anlatırken Abdurrahman'ın aklından hapishane arkadaşı Halil'in "Hayatta ne olursa olsun elini kana bulama, kimsenin canını alma" sözleri geçer. Komisere düşünmek için süre istediğini söyler.
    En yakın dostunun celladı
    Aradan birkaç gün geçer ve bir öğleden sonra evinin kapısı yeniden çalınır. Abdurrahman kapıyı açtığında karşısında polisleri görür. Polisler "Bu gece infaz var; cezaevine gitmemiz gerekiyor" derler. Abdurrahman başta bu işi yapamayacağını, başka birini bulmalarını söylese de daha sonra inat etmenin anlamsızlığını fark eder ve araca biner. Cezaevine ulaştığında doğrudan müdürün odasına çıkar. Burada da ilk başta cellat olmak istemediğini, kimsenin canını almak istemediğini söyler. Ancak müdürün nasıl olsa bu işi birinin yapacağını, ayrıca kafasında kukuleta olacağı için kendisini kimsenin bilmeyeceğini ve alacağı paraya bakmasını söylemesi Abdurrahman'ı ikna eder. İnfaz saatine kadar alacağı 15 bin lira ile neler yapabileceğini düşünür. Ev ve araba alma hayalleri kurar. Taksicilik yapmayı düşünür. İnsanlara, cellatlıktan para kazanıyorum diyemeyeceğine göre, kazandığı paranın kaynağı olarak bir meslek göstermek gerekir diye düşünür ve bu düşünceler kendisini iyi hissetmesini sağlar.
    Halil'le göz göze gelir
    Ancak infaz saati geldiği zaman Abdurrahman'ın başından aşağı kaynar sular dökülür. Emin adımlarla idam sehpasına doğru yürüyen mahkûm, kendisine zor hapishane koşullarında destek olmuş, tahliye olurken bütün parasını ona vermiş olan en yakın arkadaşı Halil'den başkası değildir! Ağlayarak cezaevi müdürüne bu durumu anlatmaya çalışır. Ancak müdürü ikna edemez ve kendini Halil'in idam sehpasının başında, kukuletalı bir cellat olarak buluverir. Her ne kadar o an Halil'in gözlerine bakmama kararı alsa da dayanamaz ve yağlı ilmiği Halil'in boynuna geçirdikten sonra bir an göz göze gelir onunla. Bir daha hayatı boyunca unutamayacağı bu bakışların verdiği suçluluk duygusuyla Halil'in altındaki tabureye öyle bir tekme atar ki, tabure yere düşene kadar Halil'in cansız vücudundaki son titremeler bile biter.
    Aldığı parayla meyhaneye koşar
    Abdurrahman artık resmen cellattır. Üstelik ona son söz olarak "bu hayatta kimsenin canını alma" diyen en yakın arkadaşının celladı... İnfaz sona erdikten sonra müdürün odasına çıkıp bir zarf içinde bekleyen 15 bin lirasını alır, koşar adımlarla bir meyhanenin yolunu tutar ve sanki geçmişte bu meyhanelerde yaşadığı itilmişliğin öcünü almak istercesine meyhaneyi kapattırır. 10 dakika içinde meyhanede kendisi dışında tek bir müşteri kalmayınca daha önce yiyemediği mezelerden, yemeklerden söyler; rakı üstüne rakı içer.

    İkinci infaz için pazarlık
    Sabah olur. Hâlâ meyhane masasında rakı içerken içeri polisler girer ve Abdurrahman'a yeni bir infaz olduğunu söylerler. Akşam olunca Abdurrahman istemeye istemeye de olsa hapishaneye gider, kafasından "Bu işi ha bir kere yapmışım ha iki kere" diye geçirir ve cezaevi müdürüne 15 bin yerine 20 bin lira istediğini söyler. Müdür başta bu teklife kesin bir dille karşı çıksa da, Abdurrahman'ı 18 bin liraya ikna eder. İnfaz biter ama Abdurrahman'ın pişmanlıktan ayakta duracak hali kalmamıştır. Doğru eve gider. İki gün boyunca yataktan hiç çıkmaz. Hayata geri döndüğünde annesi pantolonunun cebindeki yüklü miktar parayı gösterir ve yine nereyi soyduğunu, ne işler karıştırdığını sorar. Abdurrahman'ın cellatlık yaptığını itiraf etmekten başka bir seçeneği kalmaz. Ancak beklediğinin aksine, annesi sırf devlete çalıştığı ve illegal işler yapmadığı için sevinir bu habere.
    Haydan gelen huya gider
    Yaşadığı sıkıntıları unutabilmek için kazandığı parayla birkaç günlüğüne büyük şehre gidip eğlenmek ister ve İzmir’e doğru yola çıkar. Burada gittiği bir meyhanede çevresine toplandığı insanlara içki ısmarlar. Yalnız kalmak o an için dayanabileceği en son şey dolduğundan bol bol para harcayarak çevresinde bir kalabalık oluşmasını sağlar. Gece meyhanede edindiği arkadaşları ile beraber pavyonun yolunu tutar ve orda da en güzel masada en kaliteli içkiler ve en güzel kadınlarla felekten bir gece çakar. Ertesi gün de aynı tempo ile sıkıntılarını unutma yolunu seçince adam asmaktan kazandığı 18 bin lirayı iki gün içinde tamamen tükettiğini fark eder. Bunun üstüne son parasıyla gerisin geri Afyon’un yolunu tutar; ne cebinde beş kuruş parası kalmış ne adam astığı için yaşadığı vicdan azabından kurtulabilmiş ne de hayatının gerçekliğinden sıyrılabilmiştir. Üstelik annesinin bütün nasihatine rağmen onca paradan tek kuruş ayıramamış ne ev ne araba ne de bir iş kurabilecek birimi kalmıştır.
    Ancak “şans” Abdurrahman’a bir kere daha güler. Eve gelen polisler akşam gerçekleşecek olan infazın haberini getirirler. Abdurrahman 12 gün içinde bir en yakın arkadaşı olmak üzere iki idam gerçekleştirmesine rağmen bu sefer öncekilerin aksine çok da umursamaz bu durumu. Onun için artık öncelikli olan kazanacağı paradır. Ve bu sefer parayı meyhanelerde pavyonlarda harcamamaya kararıdır. Annesinin sıkı nasihatleri eşliğinde infazı gerçekleştirmek üzere evden çıkar ve hapishaneye gider.

    İnfazdan sonra kahkaha atıyor
    Öncekiler gibi bu sefer de mahkum koğuşunda avluya getirdikleri imam doktor askerler hazır bulunur ve Abdurrahmen’ın tabureye tekme atması beklenir. Ancak tekmeyi tabureye savurmasıyla beraber Abdurrahman’ın son iki haftadır altüst olan sinir sistemi patlar ve taburenin havada dönerek uçması bu esnada da mahkumun oracıkta boynunun kırılarak ölmesi Abdurrahman’a çok komik gelir. Kontrolsüzce kahkahalarla gülmeye başlar. Avluda esen buz gibi havayı yaşlı bir gardiyanın suratına atığı şiddetli tokat keser.
    Ne arayan ne soran var
    Abdurrahman hayatında hiç böyle bir utanç yaşamadığını düşünerek müdürün odasına gidip parasını alır ve sokaklarda delice koşarak uzaklaşır hapishaneden. Ancak yaşadığı duygu yoğunluğu kendini yine ev yerine meyhanede bulmasına yol açar ve ertesi sabah komalık olana kadar içer. Bu geceden sonra bir ay boyunca kimseyle görüşmez ve evden çıkmaz. Yaptığı işin getirdiği bir ruh halinin içine hapsolmuştur. Bu ruh hali bir ay sonra gelen üç kişinin idam cezalarının infaz edileceği haberi ile bozulur. Üç kişinin infazı 45 lira anlamına gelmektedir bu parayla hayatını düzene koymaya karar verir. Ancak işler hiç de beklendiği gibi yürümez. Cezaevi müdürü ona üç idam için 30 bin lira verir ve bir daha da Abdurrahman’ı ne arayan olur ne de soran.
    Meyhanede ölüyor
    İlerleyen yıllarda cellat olmanın verdiği vicdan azabını bu sırrını afişe ederek üstünden atmaya çalışır. Herkesin cellat olduğunu öğrenmesi yalnızın itilmişliğinin ve alkole olan arkadaşlığın günden güne kuvvetlenmesini de beraberinde getirir. Cellatlıktan kazandığı son para ile Afyon sokaklarında mütemadiyen sarhoş gezer ve bir süre sonra da her zaman gittiği meyhanede kalbi alkole ve vicdan azabına daha fazla dayanamayarak ölür
    (alıntıdır)

    • Resmi Gönderi

    YAVUZ SULTAN SELİM (Bilgelik,şairlik,zeka,)
    Nasıl sultanlığa,halifeliğe layık bir Osmanlı Padişahı olduğuna bir küçük örnek



    Yavuz Sultan Selim çok dehşetli ve gizemli bir padişah olmasının yanında çok ama çok yetenekli bir şairdi de...


    Yavuz Sultan Selim henüz şehzadeyken İran şahı Şah İsmail ile satranç oynar ve o güne kadar Şah İsmail' i yenen ilk kişi olur.
    Osmanlı şehzadesi olduğunu bilmeyen Şah İsmail Yavuz Sultan Selim' e bir kese altın verir ve bundan sonra başı ne zaman sıkışırsa yanına gelmesini tembihler ...
    Yavuz Sultan Selim de bunun üzerine şu sözleri söyler:

    Sanma sakın herkesi sen sadıkâne yâr olur
    Herkesi sen dost mu sandın belki ol ağyar olur
    Sadıkâne belki ol âlemde serdar olur
    Yâr olur ağyar olur serdar dildâr olur.


    Bugünkü Türkçesiyle:


    Şahım sen herkesi kendine sadık dost sanma
    Sen herkesi dost sanma belki o düşmanın olur
    Belki o kişi alemlerde sözü geçen olur
    Dost olur düşman olur sözü geçen olur hükümdar olur.


    Ama sözlerin taşıdığı anlamdan daha da ilginç olanı biçimi…

    Bir de yukarıdan aşağıya okuyun



    Sanma sakın.......... herkesi sen.............. sadıkâne............ .yâr olur
    Herkesi sen............dost mu sandın......... belki ol............... ağyar olur
    Sadıkâne...............belki ol....................âlemde............... serdar olur
    Yâr olur................ağyar olur................serdar olur...........dildâr olur


    Nasıl okursanız okuyun hep aynı anlam çıkıyor buda bir zeka örneğidir. !!!